"O kasvetli günün sabahında ortalığa koyu bir sis çökmüş, her şeyi kalın bir örtüyle sarmalamıştı. Sis hiç dağılma-yacak gibiydi. Bu gri örtüye bürünmüş şehir el büyüklüğündeki yatağına büzüşmüş, uyuyordu.
"Bir çocuk, karşıdaki binanın penceresinden başını çıkarmış, `Sis çekildii, güneş doğduu!` diye bağırıyordu. Adeta tükenen umutları diriltiyor, hiç doğmayacak sanılan günü müjdeliyordu.
" `Sis çekildiii!`
"Ferhat, otobüsten inmiş, saçağın altına sığınmıştı. Bir müjde almış gibi gözleri parıldadı; gülümseyerek dağlara baktı. `Güneş yüzünü gösterdi. Nihayet dönebildim,` dedi içinden."
Hasan Hayri Ateş, bu romanında, umut etmenin henüz unutulmadığı zamanların insanlarına götürüyor bizi, devrimci maceraların zulme şerbetli insanlarına. Romanın kahramanları duvar gibi yükselen bir uçurumun başında öylece durmuş, aşağılara, boşluğa bakıyorlar. Ama göz mesafesinden daha derinlere uzanıyor uçurum, dibi yok; baktıkça derinleşiyor, uzaklaştıkça uzaklaşıyor. Güneş henüz doğmuş. Karlı dağın burcunda parlıyor. Doğuya bakan bayırlar sabahın sarı ışığı içinde yüzüyor, batıya bakan bayırlar hâlâ gölgede.