*Gelmez olaydım! Bu ne yahu!* dedi Ali Haydar. Bin bir renk, bin bir dert... İşçi yurdunda kim yoktu ki? Türk, Arap, Yunan, İtalyan, Laz, Kürt, Çerkez, Zaza, Alevi, Sunni… Hepsi de vardı... Koca ayrı bir dünya, işçi yurdunda birleşmişti. Marx’ın, *Tüm dünyanın işçileri birleşin!* şiarı sanki işçi yurdunda uygulamaya geçirilmişti. Kültürleri ayrıydı, her biri ayrı bir köşede ayrı bir renk, ayrı bir dil, ayrı bir müzik olarak duruyordu. Kimse kimseye hükmetmiyordu, birinin müziği, diğerinin müziğini bastırmıyordu. Herkes kendi havasında, kendi ritminde idi. Kıyafetleri ve yemek malzemeleriyle birlikte ortak kullandıkları mutfakta bütünleşiyordu. Birinin entarisi uzun, diğerinin pelerini kısa; biri renkli pijamalarla, diğeri düz çizgili keten pijamalarla mutfaktaydı. Kimi ıslık çalıyor, kimi türkü söylüyor, kimi de ağzında bir şeyler mırıldıyordu. Kimse kimseye bağırmıyordu, kimse kimseye müdahale etmiyordu. Kimi tavuklu pilav, kimi kuskus, kimi İtalyan tarzı mozzarellalı makarna yapıyordu. Yurttakiler, memleketlerinde bıraktıkları eşi ve çocuklarını bir anlığına kafalarında unutup yanı başında farklı pişirilen yemeğe merak salıp ne yaptığını soruyorlardı.