‘Aklım erdiğinden beri türkü dinlerim. On yaşımı geçtiğimden beri şiir yazarım. Tek bir günüm yok ki türkü dinlemeyim, kalem tutmayayım. Bir gün geldi, tek kelime yazamadım. Ertesi gün oldu, yine aynı. Yürüdüm sokaklarda, sabahlara kadar türkü dinledim, kitap okudum olmadı. Beş yıl, tam beş yıl tek kelime yazamadım. Bir sabah uyandım, gün yeni ağarırken her zamanki gibi türkü dinlemeye koyuldum. Sözcükler birer birer döküldü dilimden, tek bir mısrada bile takılmadan uzunca bir şiir yazdım. O gün anladım ki ne insan esirdir zamana ne de zaman esirdir insana. Çünkü benim zamanımdı o. Yalnızca benim... Ve o gün anladım ki insanın esir olmadığı tek şey esaretin kendisiydi. Çünkü insan sevdiğine esir, sevmediğine düşmandı. Yine o gün anladım ki insan ne kadar esirse o kadar hürdü. Çünkü esaret arttıkça hürriyetin kıymeti de artıyordu. Ve o gün anladım ki insan bedeniyle esirken ruhu hür, ruhu hür iken bedeni esir olmazdı.
Çünkü insan ruhtu, balçık zayıftı.’