Bu kitaptaki Türk, Anzak, İngiliz ya da Alman son gaziler de aramızdan ayrıldı, artlarında anılarını bırakarak. O yıllarda yazdıkları mektuplarda ve yıllar sonra onlarla yapılan söyleşilerde, savaşın dehşetine rağmen, sevgiden, dostluktan ve doğanın yaşam mesajından söz ediyorlardı. Bu kitap bu insancıl bakışı yansıtıyor. Onların yaklaşımı tarihin, düşmanlıklar, silahların gücü ya da savaşlardaki kayıp ve kazançlar üzerine değil, barışçı bir gözle de yazılabileceğini düşündürüyor.
On altı yaşındayken, yaşını büyüterek savaşa gönüllü katılan, ama sonra annesine, *Anneciğim sabahleyin uyandığımda siperimin önünde bir gelincik çiçek açmıştı,* diye yazan genç Anzak, ardında sevgi dolu bir mektup bırakmıştı. Siperlerde aynı kaderi paylaşanlar bir Türk, bir İngiliz ya da bir Anzak, savaşın acımasız bakışını bir kenara bırakıp doğayı, insanları ve olup bitenleri kendi gözleriyle görmekteydi. *... gün ağarmak üzere, bir ağustosböceği uzaktan uzağa ötüyor. Biraz sonra onun sesi makineli tüfeklerin sesine karışacak...*
1915 yılı sonunda yarımadadan çekildikleri gün, bir Anzak askeri şöyle yazmıştı: *Hâlâ Gelibolu’yu düşünüyorum. Bana, savaş bunlara değer miydi, diye sorabilirsiniz. Beyaz haçlar altında yatan, buna değer miydi? Hayır, hayır değmezdi.* Aynı gün, boşaltma sonrası Arıburnu yamaçlarına oyulmuş bir Anzak barınağında, kalemi üzerine bırakılmış bir mektup vardı ve onu aydınlatan mum hâlâ sıcaktı.