Bir isim duyduğumuzda görsel belleğimiz devreye girer. `Bir an` bile denemeyecek kadar kısa sürede, adı geçen kişinin yüzü başta olmak üzere fiziksel varlığına dair ayrıntıları gözümüzün önüne getirir, düşünce üretimini bu görsel çağrışımlar üzerinden sürdürürüz. Bu algısal süreç, nesne ya da yapıt isimleri için de geçerlidir. Böylece bir düşünce ya da kavramı, algı evrenimizdeki sinema perdesine yansıttığımız görüntüler sayesinde daha somut kılarız.
Ama görüntü olgusu gündelik hayatımızda hiç de bu kadar somut değildir; uçucudur, geçer gider. Hele sinematografik görüntüyle ilişkimiz daha da kötüdür: 21. yüzyılın `sürekli film izleyen insanlar`ı olarak, son derece zorlu bir üretim süreci sonunda ortaya çıkan bu görüntüleri, o filmleri ne kadar benimsemiş olsak da basitçe tüketip geçeriz.
Uğur Kutay, 2005-2008 arası BirGün gazetesinde yayımlanan yazılarından derlenen bu kitapta filmlerin estetik, ideolojik, politik değerleri ve değersizlikleriyle nasıl kalıcı olabileceğinin altını çiziyor. Çünkü "Her film, o filmi üretenlerin harcadığının en az yarısı kadar çaba göstermeye layıktır.``