“Hepimiz biraz aldanmak zorundayız. Şayet aldanmasaydık bu hayata katlanamazdık.”
Sığıntı, edebiyattan ve resimden aynı tutkuyla zevk alan Kemal ve Başak’ın hikâyesi olsa bile, arka planda baba nefretini işliyor. Kemal evliliğinde ve işinde mutsuzdur; hayatının sürüklendiği yeri endişeyle izlerken, “Sanki içimde beni aldatan, kendisi de ben de aldanmaktan hoşlanan, bir ikinci Kemal daha var,“ der.
Çoğumuz arzularımızın kendiliğinden olduğuna inanıyoruz ama başkalarının arzularını farkında bile olmadan taklit ediyoruz. Belki de duygu aldanışları dediğimiz şey budur ve genelde arzularımız, nefret ederek değer yüklediğimiz birine aittir. Haddizatında taklit edilmiş, özenilmiş heveslerden ibarettir. Ancak bundan kurtulmak için bir şeyler yapmalıyız çünkü devamlı elde edip eli boş kalarak duygu hayatımızı tatmin edemeyiz.
Aymelek’in üzerinde beş yıldır çalıştığı roman işte bu tipten aldanışları, aldanıştan uyanışları ve arzularımızın kaynağını sorguluyor. Öyle bir kitap ki ilk başta görülmeyen derin acılar tıpkı denizin kabarmasıyla yükselen dalgalar gibi yavaş yavaş meydana çıkıyor. Kitabı gelişigüzel bir yerinden açıp okusanız bile, okyanus dibindeki sessiz bir akıntı gibi ruhunuzun süratle çekildiğini hissediyorsunuz. Sığıntı insan kalbinin ve insan düşüncesinin gizli derinliklerine nüfuz etmesini bilen, tatlı üslubuyla okuyanı büyüleyen ve duyguların tipini, bir fotoğraf doğruluyla tespit eden şaşırtıcı bir roman.