O, yaşlı ve münzevi bir lutiye, bir modern zaman sufisi: Başyapıtının eksik parçasını tamamlamadan ölmek istemiyor. Mühendis Cidal, müzisyen Fazlı ve akademisyen Esra ise yaşayan en büyük ustadan bir bağlama alabilmek için kendilerini hiç hesap etmedikleri bir maceranın ortasında buluyor; bir tutkunun insanı nasıl kendine çekip yoğurduğuna, ödenen bedele ve bu bedelin ağır sonuçlarına şahit oluyorlar.
Sıradan bir bağlamanın bize anlatacak neyi olabilir ki, tellerine dokunduğunuzda kovuğundan süzülen türkülerinden başka? Kadim zamanlardan günümüze değin bu topraklarda zakirlerin dokunuşlarından çıkan sesiyle hüküm sürüp dert dinlemiş, dilimiz olmuş, içi oyuk derdi büyük bu çalgı bize ne söylüyor?
Selçuklu’dan Çaldıran Savaşı’na, Haşşaşilerden Filistin davasına, Rus oligarkların lüks villalarından günümüz Suriye’sine kadar uzanan ve usta bir bağlama icracısının elinden çıkmışçasına yer yer çağlayıp, yer yer derin tefekküre gark olan bir macera bu. Şeyzer’in hem günümüzün siyasi iklimi hem sufiliğin tarihi hem de bir bütün olarak Orta Doğu’nun dramıyla ilgili söyleyecek pek çok sözü var. Halil İbrahim Çelimli tüm bunları dillendirirken tempoyu hiç düşürmüyor ve aynı anda bize son derece gizemli ve sürükleyici bir hikâye anlatıyor. Şeyzer, *Coğrafya kaderdir!* dercesine, tıpkı anlattığı coğrafyaya benzer bir roman: Labirent gibi karmaşık, katmanlı, kadim, gizemli, sırlı ve nefes kesici.