Küçük bir serçe dinlenmek için heybetli bir dağa kondu. Dağ, serçeye elindeki tüm olanaklarını sundu.
Tek dileği serçeyi rahat ettirmek, emanetine sahip çıkabilmekti. Sonra dağ, kendisini de şaşırtarak âşık oldu serçeye; minikliğine, zarafetine, nazlı nazlı ötüşüne…
Kalbi dile geldi dağın. *Bir ömür yaslan bana. Ben sana ekmek olurum, su olurum; dal olurum,
dayanak olurum. Ben sana yuva olurum. Yeter ki gitme, hasretinle başımı eğme,* dedi serçeye.
Heybetine sığınan minik serçeye âşık dağ gibi âşık oldu Hızır, Melek’e.
Aşk, kurumuş toprağına can suyu oldu. Yıllar evvel gömdüğü Ali’ye yaşama sebebi olup hayata döndürdü.
Aşk, Hızır’a bilmediklerini öğretip yeni bir sınav oldu.
Melek, hayatta yapayalnız kalmış, hiç tanımadığı bir adamın gölgesine sığınmıştı. Sığındığı o yerde kendisi olmak için mücadele verirken küçük yüreği aşkla da tanışacaktı.
Aydos, bu kez Hızır Ali’nin sevdasına şahitlik edecek, adamdan çaldığı ne varsa ona geri verecekti.