Samipaşazade Sezai’nin 1888’de yayımladığı Sergüzeşt’i 1970’li yıllarda ilk okuduğumda Kafkasya’dan kaçırılıp İstanbul’daki bir aileye ticari bir meta gibi satılan dokuz yaşındaki Dilber’in göz yaşartan ve intiharla sonuçlanan ibretlik macerasını heyecanla ve şaşkınlıkla takip etmiştim. Bu roman beni derinden etkilemiş, kelimenin tam anlamıyla sarsmıştı. Kendime: Hayret, Osmanlıda kölelik var mıydı?” diye sorduğumu hatırlıyorum.
Üniversite edebiyat eğitimi aldığım yıllarda aynı romanı daha bilinçli ve dikkatli okuyunca eserin niçin 100 Temel Eser’den biri olarak seçildiğini daha iyi anladım. Sergüzeşt’in temel eser sayılmasının iki önemli özelliği vardır. Birincisi; edebiyat tarihimizde “cariyelik” kurumunu eleştirel bir bakış açısıyla ele alan ilk –ve galiba son- roman oluşudur. İkinci olarak da şunu söyleyebiliriz: Tanzimat döneminde sanat ve edebiyatta romantizm ekolü hâkimdi, Sergüzeşt’te romantik ve realist öğeler iç içedir; kısaca bu roman Romantizm’den Realizm’e geçiş eseri kabul edilir.
Sergüzeşt, ibret alarak bir solukta okuyacağınız mükemmel bir roman.