Yabancılar birbirine benziyordu. Kadınlarla erkekleri ayırt etmek o kadar zordu ki!… Konuşmaları, gülmeleri, sevinçleri, öfkeleri, kızgınlıkları ile benzeşmişlerdi. Çok ilginç değil mi? Ben farklılıkları ararken düşleriyle, hayalleriyle benzeşen insanların arasına düşmüştüm. Onlara benzemekten ürktüm. Kaybolmuşken, yeni bir kayboluşu göze alacak gücüm yoktu. Hayal kırıklığına uğrarken senin gülümsemen ‘o yabancılar, sana yabancıdır’ sözlerin kulaklarımda çınladı. Nereden, nasıl bildiğini sorma gereği duymadan ‘haklıymışsın’ sözleri dudaklarımdan sessiz bir söylence gibi döküldü.
Bu dünyada karşılıksız sevmek rezil bir şeydir. Acıyı yaşamayı baştan kabullenmektir. Sizi terk edeceğini bile bile birisini sevmenin acısı… Ya yüreğine damıtırsın ya ruhunun derinliklerinde bir yere saklarsın. Her damıtmanın ve gizlemenin bir süre sonra yeniden ortaya çıkmasının yaratacağı acıyı, sızıyı peşinen omuzlarına yüklersin. Aşk hamallığı mı dersin, umutsuz bekleyişlerin gönül yarası mı? Her acının ve yaranın derinleşmesinin yarattığı hayal kırıklığı mı?