Din konusu, her zaman ilgi çekici ve ateşli tartışmaya yol açacak bir hüviyeti haizdir. Din kavramının kendisi kadar en uzak tazammunları da bu ilgiyi üzerine çekebilmektedir. Hele dinin kişisel ya da toplumsal hayatımızla irtibatı söz konusu olduğunda, tartışma iyiden iyiye hararetlenmektedir.
Bu noktada, her türlü tanımlamalarımızdan bağımsız olarak dinin söz konusu kişisel ya da toplumsal hayatımızdan bilinçli veya bilinçsiz uzaklaş(tırıl)masına, eğer süreç tamamlanmışsa “sekülerlik”, devam etmekteyse “sekülerleşme” diyoruz. Öyle anlaşılıyor ki, tıpkı Kant’ın Aydınlanma üzerine mütalaasında olduğu gibi, kişisel ya da toplumsal hayatımızla din arasındaki ilişki, düşünsel tonlarına göre tarihteki inişli çıkışlı seyrinin yanı sıra asla bütünüyle yok olmayacaktır; bu sebeple de “sekülerlik” yerine “sekülerleşme” kavramını kullanmak daha isabetli görünmektedir. Elinizdeki kitabın içindeki yazıların esas kaygısı da, sekülerleşme sürecinin kendisini tanımaya ve tanımlamaya yöneliktir.