Tükendi
Stok AlarmıGarip İlimler ve Ruh Çağırma, Filibeli Ahmed Hilmi’nin Şehbal mecmuasında 28 Haziran 1910 - 14 Şubat 1911 tarihleri arasında 10 sayı boyunca tefrika edilen “Eski Fikirler, Yeni Şekiller: Ulûm-ı Garîbe ve İspritizma” başlıklı yazılarını bir araya getiriyor. 1305 (1889/1890) yılında Beyrut’ta (Lübnan) yaşadıklarını anlatan Filibeli’nin bahsi geçen yazıları bir yönüyle hatırat özelliği taşımaktadır. Ancak yazıların önemli ve dikkate değer tarafı, bu hatıraların Filibeli’nin düşünce dünyası ile olan ilgisidir. Müellif, Fizan’da yaşadığı spiritüel tecrübeler vasıtasıyla, sonraki yıllarda entelektüel birikiminin en vazgeçilmez kavramlarından biri haline gelecek olan “ruh”la tanışır. Elbette bu bir anda olmaz, Filibeli’nin şüphe ve tereddütlerini yenmesi gerekecektir.
Filibeli’nin ruh üzerine düşünmeye başlaması, onun sonraki yıllarda kaleme alacağı eserlerinin muhtevasını belirlemiştir. Filibeli’nin Fizan’da yaşadıklarının tesirini, müellifin en bilinen eseri A‘mâk-ı Hayâl’de de görmek mümkündür. Öncelikle eserin konusu ve anlatım tarzının belirlenmesinde “ruh düşüncesi” tesirli olmuştur. Dahası eserdeki kişilerin “arketip”leri, bahsi geçen mecmua yazılarında görülmektedir. Bu yönüyle Eski Fikirler, Yeni Şekiller: Ulûm-ı Garîbe ve İspritizma, müstakil olarak Filibeli Ahmed Hilmi’nin hayatı ve düşünceleri üzerine bir rehber kabul edileceği gibi A‘mâk-ı Hayâl’in anlaşılması ve yorumlanmasında da önemli bir kaynaktır.
***
“Ruhun mevcudiyeti hakkındaki fikir ve itikad, beşeriyet kadar kadîmdir. Şimdi pek mühim bir sualin sırası geldi. İnsanlar, yüz binlerce senedir, mevcudiyetini iddia ettikleri, vücuduna kâil oldukları ruhun mâhiyetini anlamışlar mıdır? Ruh nedir?”
“Mesela nevm-i mıknatısî (bir uyku hali) denilen hâlette bulunan bir medyum, gözleri kapalı iken duvarlar arkasında, uzak mesafelerde olan eşyayı görüyordu, böyle bir rü’yet, rü’yet hakkındaki fenni nazariyeyi hiçe çıkarıyordu. Bir adam, görüş sahasının hâricinde, ışınlara ve ışıklara engeller olduğu vakit göremez. Halbuki medyum görüyor. Şu hâlde gören kimdir? Ceset, göz değil. O hâlde kim? Bu suale ‘ruh’ cevabını vermekten başka çare yok...”