Çocuklarına bıraktığı iki cümlelik vasiyetinde ne mal paylaşılmıştı ne de görev dağılımı yapılmıştı. Bir vasiyette olması gereken bir dilek de yoktu, iki cümleye sığdırdığı o koca öğüt, çocuklarına bıraktığı mirastı:
`Barışın ihtişamlı sesi, duyanların kulağında bir şarkıdır; uyuyanları ise rahatsız eden bir gürültü. Bu dünyada merhamet ettiğin kadarsın.` diye ettiği vasiyeti, taziye evinde birkaç defa tekrar edilerek okunmuştu. Bu sözleri değerli yapan, onları sarf eden adamın bütün yaşamını barış için adadığını bilmem olmalıydı; nitekim ölümüne de barış arzusu sebep olmuştu. Bu öğütün mandalına savaşın kanlı, çirkin yüzünü gösterme arzum takılmıştı. Konforlu yaşamımı borçlu olduğum şartların, içimi huzursuzlaştıran bir yalnızlığa beni hapsettiğine o gün karar vermiştim.
Yasakladıkları arşivimi dünyanın gözüne sokmanın zamanı geldiğini düşündüm. Bu kez, korkaklık değil, yaşam pahasına bir cesaret beni dürtüyordu. Yalnızlığı dindirmenin tek yolu, bir halkın kollarında ayaklanmaktı; bu süslü sokakları küçük zindanlara tercih etmemin zamanı gelmişti