Satranç, Stefan Zweig’in trajik ölümünden kısa süre önce ustalıkla kaleme aldığı son eseridir. Zweig, bu romanda iki farklı zamanda gerçekleşen iki farklı satranç maçını anlatır. Bu maçlardan biri Buenos Aires’e doğru yol alan bir gemide, dünya satranç şampiyonuna karşı yolcuların oynadığı gerçek bir satranç maçı, diğeri ise bu maça sonradan dahil olan gizemli yolcunun kendisine ve Nazi sorgucularına karşı oynadığı maçtır.
Satranç metaforunu ustaca bir kurguyla harmanlar, gizemli oyuncunun dahil olduğu gerçek bir maçı yirminci yüzyılın eleştirisine dönüştürür Zweig.
Psikolojik baskı altındaki insanın çaresizliğini, bunalımlarını ve her geçen anla birlikte benliğini biraz daha yitirişini etkileyici bir biçimde ortaya koyar. Zweig, son bir umutla gizemli oyuncunun maçı kazanmasını ister. Ancak yüzyılın getirdiği hiçlik duygusu, kaybolan uygarlık değerleri karşısında kazanmak mümkün müdür acaba? Tıpkı kendi trajik sonundan önce son bir umutla, başyapıtı Satranç ile yitip giden uygarlığın ardından yaşama tutunmayı deneyen Zweig gibi, bu gizemli oyuncunun da kazanma şansı yoktur ne yazık ki.
Stefan Zweig, olağanüstü betimlemelerle insan bilincinin derinliklerine iniyor, kaybolmakta olan uygarlığın geride bıraktığı hiçliği sarsıcı bir biçimde okuyucunun benliğine işliyor.
Satranç asla unutulmayacak, etkileyici bir başyapıt.