Çocuklukta eksik yaşadığımız, *güven*, *sevgi* gibi duygular, daha sonraki süreçlerde bizi arayışlar içine sokabilir. İçte neler varsa, bunları dışta bulmaya çalışırız. Bunu yaparken, iç sesimizin rehberliği ile sürekli çatışırız ve aynı döngü içinde çırpınırız. Bunun en belirgin nedeni; büyüdükçe iç sesimizi, yani önsezimizi, duyumuzu ve içgörümüzü dinlemek yerine, zihnimizin sesine kulak vermemizdir. Ayrıca, yaşamımız boyunca, itaatkâr olmamız konusunda verilen telkinlerin de, iç sesimizin yok edilmeye çalışılmasındaki önemi büyüktür.
Oysa bütün öğretiler bize, *Dışta ne ararsan içte bulabilirsin.* düşüncesini vermeye çalışır.
Akıl, ruh ve kalp arasındaki eşgüdüm ve denge bozulduğunda, çocukluktan beri içimizde eksik olan duyguları, karşımıza çıkan gölgelerde ararız. Çoğunlukla da bunu neden yaptığımızı bilmeyiz çünkü artık duygularımızı içinde yaşadığımız sistem yönetmeye başlar.
Kurduğumuz ilişkiler, *Risk tehlikesi var!* sinyali verse de, bunları kulak ardı ederiz ve sanal âlemin gönüllü köleliğine ikna oluruz! Dijital yaşam bağımlılığımız arttıkça da kendimize yabancılaşırız.
Elinizdeki bu yapıt, sanal dünyanın birbirine benzeyen tehlikeli taktiklerine inanarak, tuzaklara düşmüş kadınların, bir karakter üzerinden anlatıldığı ortak yaşam öyküleridir.
Etrafımızı çepeçevre sarmış olan sanal bağımlılığın, *Aşk adına,* bazı hayatları nasıl perişan ettiğini okuyarak, gerekli dersleri çıkarabileceğinizi umuyorum.
Nagihan Andug