“Karanlık, küf ve toprak kokusu karşıladı beni. Yirmi beş yıldır işlevsiz olmanın kahrı bu evi içten içe çürütmüştü. Yerde yüzlerce cansız karafatma ve sinek. Ampuller bile toz perdesi altında sadece kendi içlerini aydınlatıyor. Artık bu eve ışık giremez. Babam belki de haklıydı.
Annem yokken bu ev, evimiz olamazdı.
Götürüldüğüm günkü gibi terliklerim kapı önünde duruyor.
O gün babamın ‘Oraya uygun değil.’ diye çıkarmamı istediği kumaş pantolonum ve ipek gömleğim portmantoda asılmış. Oysa o gün gömleğim ütülü diye nasıl sevinmiştim. Şimdi rengi bile değişmiş. Annem öldüğü güne kadar kim bilir kaç kez yıkadı, ütüledi onları. Ha geldi, ha gelecek diye bekledi oğlunu...”