Kartal süzülüşüyle keskin gözleri dolaşıyordu, Keldağ’ın zirvesinden dört bir yana Helali Barış’ın. O dağ ki kıtalara adını vermiş güzelleri kapatmak isteyen Zeus’u, içinden fışkırttığı alevlere boğmuş bir eski volkanın Aşkdeniz’le öpüştüğü enginlere bakardı binlerce yıldır. İki yakayı birleştiren maviliklerinden esen barış rüzgarıyla toprağa kök salıp göğe dallarını uzatan zeytin ağaçları süslerdi, kıyı boyunca yükselen yamaçlarını. Hayat, her an yeniden okunmakla zenginleşen bir derinlik sunuyordu bu topraklarda ve o, tarihi okuma yetisini yitirenler adına çok üzülüyordu son günlerde. Daha iki yıl öncesine kadar Halep, İdlip, Cisr-i Şugur, Hama ve Humus’tan akın akın insanların gelip mavi sularında kulaç attıkları kıyılarından, silahlar sokuluyordu komşu ülkenin topraklarına son zamanlarda. Leş kargalarının hiçbir kural, hukuk tanımadan topraklarına saldırmaları, etnik ve dinsel ayrım yaratarak iç savaşı körüklemeleri karşısında, artık sadece komşularının güvenlik güçlerine bırakamazdı direnişi. Helali Barış, dedesi Nuri Aydın’ın da yüzyıl önce böyle hareket ettiğini belleğinde tazeleyerek, direniş cephesini genişletmek için Keldağ’dan inip yollara düştü.