Tanrı ne gökteydi ne de yerde. Ne içimizde bize en yakındı ne de dışarıda bir yerde bize en uzak köşedeydi. Tanrı aklımızın alamayacağı bütün boyutlara ve evrene sahipti. O yüceler yücesi, insana nefes almayı, yemek yemeyi, üretmeyi ve şayet onun şanslı kullarındansak bazı görevleri bahşetmişti.
Ve onun görevi yeni kurbanı Dilhun İpekten’i Tanrıya teslim etmekti...
Şizofreni hastası olan Aras Karabulut kendisini hastalığı doğrultusunda Tanrı tarafından görevlendirilmiş şanslı bir birey olarak görüyor ve bu düşüncesi doğrultusunda görevi olarak gördüğü ve melek olarak nitelendirdiği kızıl saçlı kadınları öldürerek Tanrısına teslim ediyor.
Öldürdüğü her kızıl kadına sonsuz saygı ve hürmet duymasının sebebi bu inancıyken sıradaki kurbanı olan Dilhun İpekten’e karşı hissetmemesi gereken bir tutku hissediyor. Bunun yanlış olduğunu bildiği için ayin yaparak Tanrısından arzularını tatmin etmek için izin istiyor. Ona izin vereceğini söyleyen Tanrısı ise ona sadece ``Aşk yok!`` kuralını şart koşuyor. Olacaklardan habersiz olan Aras, aşk gibi bir duyguyu görevi olan bir kadına hissedemeyeceğini düşünerek şehvetli duygularıyla Dilhun İpekten ile bir yola çıkıyor.