Her şehrin, kasabanın bir öyküsü vardır ve hiçbir yer durup dururken öyküleşmez. Kasabaları, şehirleri öyküleştiren, kimlik kazandıran orada yaşayan halkıdır. Kültürü, gelenek ve görenekleri, sanatçısı ticareti, siyasetçisidir. Öyküleşen Kasabalar denince, “Çıkmaz Sokak” adında dar bir sokak ve o sokakta ip atlayan, beştaş, saklambaç ve top oynayan çocukların arasındaki çocukluğum geliyor aklıma. Ayakkabıcı Şaban amca, Fatma ana, yük taşıyan at arabaları, eski tarihi evler, meşhur lokumu, Arnavut kaldırımlar, işçilerin yorgun argın geçtiği dar sokaklar, kapı önlerinde sohbet eden kadınlar aklıma geliyor. “Aç Kapıyı Ben Geldim, Kızılcıklar Oldu mu, Bir Giderim Beş Ardıma Bakarım, Geyme Dedim Geydin Sen Bu Alleri, Güvercin Uçuverdi, İlik Düştü Yakamdan, Kâbe`nin Dalları Bölük Bölüktür” türküleri; Cinci Hoca lakaplı Kazasker Hüseyin Efendi, İzzet Mehmet Paşa. Kısaca; dünden bugüne öyküleşen Safranbolu geliyor aklıma.
İstedim ki, Safranbolu’da, Karabük’te, yöresinde yaşamış, yaşayan, tanıdığım tanımadığım, sanatın her alanında ürettikleri eserle, salt kendine değil, yaşadığı coğrafyaya nefes vermiş sanatçılar gelecek nesillere kaynak olarak kalsın, unutulmasın. Vefatından sonra değil, yaşarken hatırlansınlar!
Kendi yerel sanatçısına değer vermeyen, sanatsal faaliyetlerde adını dahi anmayan bürokratların, resmî kurumların pohpohladığı sözüm ona sanatçılardan çok daha fazlasıdır bu kitaptaki isimler. Zira onlar bu coğrafyanın birer Mozart’ıdır!..
Döndü AÇIKGÖZ