Hayat…
Nefes almak yaşamak demek miydi?
Peki ya ölüm?
İnsan ölümü sadece soğuk bir mezar taşına yatırıldığında mı hissederdi?
Belki.
Ama ölüm, hayattayken yaşadığın bütün acıların büyük bir sanrısıydı teninde.
Ve hayat, onca acıya rağmen yaşadığını hissedebilmekti.
Bir insan boğulurken nasıl nefes alabilirdi ki?
İşte Eylül bunun en büyük örneğiydi.
Sığınmak istediği bütün limanlar, henüz o varamadan başına yıkılmıştı.
Öğrendiği bütün gerçekler bedeninde kan kokan izler bırakmıştı.
Canından çok sevdiği Özgür kalbinden terk etmişti onu, yanacağını bile bile o cehennemi cennet olarak görmekten asla vazgeçmemişti.
Bu cennet sadece Eylül içindi belki, Ama Eylül`ü bir cennet olarak gören Pamir de vardı hayatında.
Eylül`e her dokunuşunda canının acıyacağını düşünen Pamir onu bu kadar masum severken, hayat ona da çelme takmayı unutmamıştı.
Herkesin bir bedeli vardı, herkes can veriyordu içine düştüğü bu yolun uçurumunda.
Bütün sırlar kalbine bir ok gibi saplanırken, aynı zamanda güçlü bir kadın olmak adına hayatla savaşıyordu Eylül.
Ona ölümün sadece toprak altında olmadığını ve yaşamın ise bazen ufak tebessümlere bile sığdığını kanıtlarcasına savaşıyordu Eylül.
Kim bilir, belki de çoktan kazanmıştır.
Ve kim bilir, belki de en başından silahsızdı Eylül?