Tükendi
Stok AlarmıBu kitap çalışmasının genel konusu üç bakış açısıyla temellenmiştir. İlki, Batılılaşma olarak tanımlanan süreç müzik alanında Osmanlı’yı ve Türk müziğini nasıl etkilemiştir; ikincisi, bu etkileşim sonucunda Türk müziğindeki sözlü müzik ve çalgı formu, klasik anlayışın dışında nasıl bir yere evrilmiştir ve üçüncüsü ise bu süreç, olumsuz tarafları dışında pozitif olarak algılandığında, müzik açısından yaratıcılık bağlamında nasıl bir ortam hazırlamıştır ya da hazırlayabilmiş midir; işte bu bağlamda gelinen süreçte bu sorulara cevaben bir deneme çalışması yapılmıştır.
17. yüzyıldan itibaren Avrupa’yla hızlanan ilişkiler, 19. yüzyıla gelindiğinde, Osmanlı kültüründe pek çok yeniliğin hayata geçtiği bir dönem olmuştur. Uluslararası müzik alanında *bizim* de sözümüzün geçeceği temel alt yapı, aslında bu süreçte hazırlanmıştır. Müzik anlayışımız, bu çok boyutlu sürece girdiğinde, zamansal ve mekânsal bir çeşitliliğin yaşanmasını sağlamıştır. Bu çeşitlilik, devlet erkânı içinde vals besteleyen padişahlardan, piyano çalan sultanlara değin sosyal bir bakış açısının yaygınlaşmaya başladığının da işareti olmuştur. Artık geleneksel müziğimiz, notasyon sayesinde kaybolup gitmeyecek; müzik eğitim anlayışındaki yenilikler ise müzik öğretiminin belli bir ortamla sınırlı kalmamasını sağlamış olacaktı. Ancak bu dönüşüm sürecinin olumlu tarafları olduğu gibi sancılı tarafları da olmuştur. Bu sancılar, müzisyenler arasında zaman zaman gelenekselin reddedildiği ya da çoksesliliğin bir türlü içselleştirilemediği bir ikilem olarak ortaya çıkacaktı. Her ne olursa olsun, bütün müzik kültürleri değerlidir ve korunması da gerekir.
Bu çalışmadaki amaç, öncelikle makamsal Türk müziğinin çokseslendirilmesinden çok, Batı tarzında yazılmış şarkı formundaki makamsal eserlerin, tampere sistemdeki izdüşümüne göre ritmik kalıbına uygun formlarda düzenlemektir. Seçilen şarkılar da zaten geleneksel motif kullanımının dışında, Batı müzik çizgisine yakındır. Süit formunun seçilme nedeni ise, Türk müziğinde piyanonun kullanılış biçiminde, teknikten ziyade stilistik bir üslup geliştirme gayretidir. Seçilen şarkıların melodileri, süit formundaki enstrüman anlayışına göre orijinalinden çeşitlendirilmiştir. Böyle bir Batılılaşma sürecinde, gerek formlardaki gerek çalgı tekniğindeki gelişmelere rağmen, hâkim olduğumuz müziğimizle birlikte çoksesli uygulamaların neden programlı bir üretime dönüşmediği düşündürücüdür. Elbette geleneksel ve dinî formlardaki eserlerin böyle bir sürece katılması en başta teknik bir hataya düşürebilir. Ancak, karakteristik pek çok Türk müziği eseri, o dönemde farklı stillerde (senfoni, konçerto, vb.) düzenlenebilir ya da çeşitlendirilebilirdi.