Özcan Karabulut sıcakkanlı öykülerle girdi edebiyata. Uykuya yattığı görülmedi. Hayatın girdisine çıktısına karşı soğuk durmayı olanaksızlaştıran öykü anlayışı, canlı dili, yükselen ritmi ve sert şiiriyle gösterdi kendini. 1980’den önce yaşananları nasıl yazdıysa, sonrasındaki durgunluk günlerinden de sürekli hareketlenmeye hazır ayrıntıları seçti. Baskı döneminin somut darbelerini, yarım kalan yılları yazarken taşıdığı coşkuyu, aşkları, hayalleri, kadınla erkek arasındaki duygusal gelgitleri anlatırken de yaşattı.
Özcan Karabulut, politik öykünün benzersiz bir biçimini de yazıyor. Hüzünle yazılan bir politik dünya bu, belki hüznün halleri. Ayrılıklar, acılar, unutuluşlar... İnsanlık hallerinin genel olan içindekiyle değil de, günlük hayattaki varoluş biçimleriyle ilgileniyor. Öyküyü insana yaklaştıran da bu eğilimdir. Kendine özgü bir dille yarattığı bu öykülerinin, politik öykünün yeni bir biçimi olarak genç yazarlarca örnek alınabileceğini sanıyorum.