Tükendi
Stok AlarmıAynada yansıyan görüntüyü çarpıtırsak ne olur?
Kendini görebilmek için yansıyana ihtiyaç duyan, “gerçek” kendini yanlış görür ve bilir. Bu yanlış, başlangıçta yani temelde meydana geldiği için üzerine inşa edilen de doğal olarak eksik, ahenksiz ve çürük bir yığıntıdan başka bir şey değildir. Günümüz bilimlerinin de bizlere sunduğu işte bu yığıntıdır. Tam bu noktada sorulması gereken iki soru olduğunu düşünüyorum:
1) Destanların, salt edebiyatın bir ürünü olduğunu kabul etmek yerine insanlığın ezelde bir yerde başlayan tarihine ışık tutan sosyolojinin, antropolojinin, arkeolojinin, jeolojinin ve hatta biyolojinin dünyayı, dolayısıyla da bizleri anlamak ve bilmek için yaptığı araştırmalara ışık tutmasına izin verseydik ne olurdu?
2) Yazılı kaynak olarak çıktıkları dönem yerine yazılı olanı referans alıp geriye doğru araştırmalar yapsak, bakış açımızı değiştirsek ne olurdu?
İşte o zaman, gümüş ve altını takas yöntemi olarak ilk kez kullananın MÖ 7. yy.daki Lidyalılar olduğunu değil, onlardan binlerce yıl önce kurulmuş, varlığını Ramayana’da öğrendiğimiz bir kültür tarafından çoktan kullanıldığını öğrenmiş olacaktık. Ya da destanda karşımıza çıkan aslanların, günümüzde yalnızca Gir Ormanı`nda yaşayan 674 nüfusa sahip Asya Aslanı (Panthera leo persica) olması ihtimâlinden yola çıkarak, geçmiş ve şimdiki zaman arasında kıyaslama yaparak sağlıklı çıkarımlarda bulunma olasılığımız artardı.
Bu nedenle Ramayana ve Mahabharata`yı sadece kadim dönemlerin destanları olarak değil, bilmediğimiz zamanları içinde barındıran destanlar olduğunu kabul etmeliyiz.
Yeter ki nereye, nasıl bakacağımızı bilelim.
“Biyolog Kaan Soyuer`e arka kapak yazısına katkılarından dolayı teşekkür ederim.”