Basık ve mükemmel bir divanın üzerine uzanmış olan Rahika’nın düşünceli bir hali vardı. Büründüğü nadir ipeklilerin içinde hareketsiz duruyordu. İri taşlı yüzüklerle süslü nice ve beyaz ellerini ensesinde birleştirerek başına destek yapmıştı. Badem biçimindeki gözlerinin bakışları sanki çok uzaklarda seyreden müphem bir hayalin, veya bir türlü vuzuh bulmayan bir düşüncenin peşine takılmış gibiydi. İncilerle işlenmiş pembe bir tülden kurtulan gür siyah saçları, kalın örgütler halinde yuvarlak omuzlarına dökülüyordu. Yanı başında, bir acem halısının üzerine diz çökmüş olan ihtiyar ve şişman dadısı, hanımının fincanını durmadan evirip çeviriyor, kahve telvesinin resmettiği garip şekillerden bir anlam çıkarmaya uğraşıyordu.