Hakkında ne söylenirse söylensin, sonuçta Heinrich Schliemann adı. yüzlerce yıl sonra yeniden gün yüzü gören Troya`dan bağımsız olarak düşünülemez. Bu yüzdendir ki onun yaşamöyküsünü okurken, Troya`nın hüzünlü öyküsüne de tanıklık etmiş oluyoruz. Troya`ya ulaşmayı yaşamının bir amacı haline getiren Schliemann`ın en temel referansı Homeros`tur. Onun eserlerini okuyarak. 1870`lerin başında Priamos`un talihsiz kenti Troya`ya ulaşır.
Schliemann`dan geriye kalan binlerce belgeyi inceleyen Philipp Vandenberg, Troya`nın yeniden keşfinin onda nasıl bir tutku haline geldiğini bize şu sözlerle anlatıyor: Troya`nın üzerine çöken boğucu yaz sıcağı henüz etkisini kaybetmemişti. Schliemann ilk geceyi kuş sürülerinin ve binlerce ağustos böceğinin kulakları çınlatan gürültüsü eşliğinde. Hisarlık1 ın toprak zeminine yatarak geçirmişti. Karanlığa gömülmüş heybetli tepe önünde uzanıyor ve gizemiyle onu heyecana boğuyordu. Orada sanki Homerik yaratık Polyphem çıplak zeminde uykuya yatmıştı. Nereden başlamalıydı? Schliemann`ın gözleri uyuyan bir canavara dönüşmüştü. Karanlıkta toprak zemine baktıkça, beyaz mermerden yapılmış tapınak ve sarayları, merdivenleri, sunakları, cadde ve meydanları, değerli heykelleri, paha biçilmez kaplarıyla, Homeros kahramanlarının süslü şehri Troya gözlerinin önünde canlanıyordu. Hayır, Homeros`un dokunaklı bir şekilde tarif ettiği bu şehir, Hades`te iz bırakmadan kaybolmuş olamazdı, llyon varlığından izler bırakmış olmalıydı ve Heinrich Schliemann onu mutlaka bulacaktı.