Düşünce tarihindeki egemen bakış açısı tekçi ve yapısalcıdır. Postyapısalcılık anti-tözcü ve anti-temelci içeriğiyle bu verili duruma meydan okur. Nietzsche ve Heidegger’in felsefeleri postyapısalcılığın teorik zeminini anlamamız bakımından oldukça önemli bir konumda yer alır. Derrida, Deleuze, Guattari ve Foucault başta olmak üzere bir dizi düşünür ve bilim insanının son yarım asra damgasını vuran eserleri ise hakikati yapılara hapseden sabit okumalarına olan güveni sarsmıştır. Arzu, iktidar, söylem, yapısöküm, simülasyon gibi kavramlar ile “metnin dışında hiçbir şey yoktur” ve “normal insan bir kurgudur” gibi aforizmik önermeler postyapısalcılığın felsefi iddiasını geniş kitlelere taşımıştır. Aşkınlık, aşkın öznenin ve anlamın reddi, doğanın sabitliğine itiraz, kesinlik, ilerleme, bütünsel anlayış ve meta anlatılara duyulan güvensizlik postyapısalcılıkla postmodernizm arasındaki ortak zemine işaret eder. Bu bağlamda postyapısalcılığın yapısalcılığa yönelik eleştiriyle postmodernizmin modernizme yönelik eleştirileri arasında paralellik vardır. Yine de postyapısalcılığın dille ilgili kavrayış bakımından belli bir özgünlüğe sahip olduğunu kabul etmek gerekir. Gösteren ile gösterilen arasındaki asimetrik ilişkiye atıf anti temelci görüşlerin ifade edilmesini kolaylaştırmıştır.