Polen biraz zaman sonra naylonla kapatılmış bölüme doğru yürümeye başladı. Beyni, yüreği ona ‘gitme’ diyordu ama ayaklarını iten güce, karşı gelemiyordu. Sanki gizli bir el, görünmez bir varlık onu itiyordu. Naylonu açıp karanlık, izbe, şırıltılı bölüme girdi ve iskeleye oturdu. Damla sesleri ‘şıp şıp’ ediyor, karanlık ve yalnızlık onu ürkütüyordu. Zihninde veya yüreğinin derinliklerinde bir ses : ‘Hemen çık buradan, evine dön!’ diye bağırıyordu. O da buna uymak istiyor ama yapamıyordu. Bazı gecelerde veya sabaha karşı üzerine çöken karabasanlar sanki şimdi de bedenine çökmüş, onu oturduğu yere yapıştırmıştı. Ama ne olursa olsun buna katlanmalıydı. Dışarıdaki hayatı bundan çok da güzel değildi!