“Yarısı yitik fotoğraf gibidir zihnim. Bir yarısı burada, diğer yarısı uzaklarda… Sonsuz boşluğun içine gömülmüş gibiyim oysa. Sağ salim çıkar mıyım yeryüzüne, bilmiyorum. Yel gibi esip boynuma usulca dolanan şu ölüm korkusunun göğsümü nasıl acıttığını bir ben bilirim! Öleceğim korkusuyla güne başlamak ölüm değil mi zaten! Evrende güzel denen ne varsa hepsi bir bir ölüyor işte o zaman. Sen bir yıldız kaybedeceksin anne, tek yıldız! Bense, göğün tüm yıldızlarını… Kayıp gitmeliyim işte!
Sana da şehre de küslüğüm yok, sadece kırgınım ikinize!Şehir duyumsamayacak yokluğumu biliyorum. Ama sen derin bir acı hissedeceksin kalbinde. İkimiz de biliyoruz; ölmeye gidiyorum! Sen değil miydin ‘Ölürse insan, gözünü açtığıyerde ölmeli! İşte orada ölümsüzleşir…’ diyen? Ölü ruhum kalbinde yaşasın, lakin bir yurdum yok beni ölümsüz kılacak! Gitmeliyim… Bulmalıyım hızmalı çocuğu. Dikilmeliyim gözlerinin karşısına! Ne desem anlamayacak beni, biliyorum. Ah şu dil…”