Yüksekten uçarlar, en derinlere dalmak üzere. Sadece uçar ve dalmazlar; zirvelerden, doruklardan, görünmez yüksekliklerden güldürürler bir de. Şahinlere, kartallara benzetilirler, o yüzden “yükseklerden güldürürler” dedik biz de. O yüceliklerde mizah da yaşam da ne bizim dünyamızla ne de bizim şimdiki kurallarımızla ilgili. Doğal yaşamın günümüzde yitip gitmiş saf ve temiz kaynağına dayanır. Kendine has bir acı, kendine özgü bir neşe. Işığı yıkayarak indiren yağmurlar gibi, çağlayanlarla güle oynaya düşen karlar gibi, hafif rüzgarlarda uçuşan yumuşacık yapraklar gibi. İnce bir ruh, lekesiz bir dokunuş, içten bir bakış. Dramın içinden mizahı damıtıp sunan yazarın bizden beklentisi yüksek, ama dramın nerede bittiği mizahın nerede başladığını anlamak bir bakış meselesi. Ayrıntılar, elbette! Ama kumun, çakılın, çamurun içinde bir çırpıda altın tozunu ayırt edecek usta altın arayıcılarının keskin bakışları, altın tozunu bakmadan ayıklayacak usta parmakları, onun yanılmaz zarif dokunuşları nerede? Bir kartalın gözleriyle görmek için onun bulunduğu yere yükselmek gerek! En azından zihnen ve ahlaken…
Mehmet Yoldaş’ın “Pentagon Amca” başlığı altında sunduğu öte yaka hikayelerini severek, eğlenerek okuyacaksınız. Hikayelerine ilham veren kahramanlarının çoğu kim bilir bugün aramızda değil belki de ama onlar hep böyledir: Yoklukları canımızı yakarken bile güldürürler, en kötü, en kasvetli anımızda bile yüzümüzü sürekli güldürürler.