Bu hikâyeler, san’at kaygısıyla kaleme alınmadı. Yaşadıklarım, gördüklerim, duyduklarım beni o kadar etkiliyordu ki, yazmak, mecburiyet oluyordu. Yazmam gerekiyordu… Bu insanları tanıdım. Bazen isimleri, yer adlarını değiştirdim; bazen de iki üç kişinin öyküsünü bir kişinin öyküsünde birleştirdim… Ve baktım ki, hep kadınları, kız çocuklarını anlatmışım… Kadınlarımızı…
…
Rengi gül şerbeti gibidir. Aşk şerbeti içmiştir şairdir o.
Bütün dünyası şiirdir. Sabahtan akşama diyeceğim ama özellikle geceleri rengi değişir; işte o zaman şiir yazmaktadır.
Şerbet kızlarımın içinde en hassas, en zarif, en kırılgan olandır.
içlerinde en güzel olanı da o. Ama o hep bir şiiri
arıyor. Başka hiçbir şeyi görmüyor gözü. İçi aşk dolu.
[…]
Artık birlikte yaşayacağız. Muazzez teyze belki de en önemli varlıklarını,
sizleri bana emanet etti.
Muazzez teyze rahmetli oldu.
yarın ilk iş pencereye saksılık yaptıracağım.
Sizi yaşadığınız, sevdiğiniz balkondan ayırdım ama
burada da başka bir dünya ile tanışacaksınız.