Pazartesi ya da Salı`da okuyacağınız, fildişi kulesinde yalnızlaşan bir yazarın değil, tam da yazarak insanlarla kucaklaşan bir yaşam müptelasının öyküleri. Artık "kendine ait bir oda"ya kapanmış, kitap kapaklarının hapsettiği o sıkıcı Woolf portresi değil baktığımız. Edebiyatın en özgün imgelerinin mucidine ait bir âlem. İşte bu yüzden Woolf`u görmek, o hülyalı ve soyut portreye bakıp iç geçirmek değil, onun ahenk ve karmaşa arasında gidip gelen oluş âlemini seyretmek. Woolf`u okumak, "kendine ait" olanı dünyaya ait kılan, birbirine taşan evrenleri yaratan kadını okumak. O beylik portredeki hareketsiz, dingin, soyut Woolf klişesinin tam aksi; koşan, uçan, dağılan, nesnelere dönüşen, varoluş imkânlarını açan, zamanı varoluşun tecrübesinde veren yaratıcıyı okumak.