Biri erkek diğeri kız çocuğuna sahip iki dul kadının kaderi bir adada birleşir. Gözlerden uzakta yaşayan, hiçbir çıkar ilişkisi gütmeyen bu iki annenin sanki olması gereken buymuş, başka bir şeyin olması imkansızmış gibi çocukları küçüklüklerinden itibaren birbirilerine aşkla bağlanarak büyürler. Ancak uzaklardan gelen bir haber, iki aşık gencin arasına girer. Her ne kadar aralarındaki aşk küllenmese de acı kader bu andan itibaren peşlerini bırakmaz…
Bernardin De Saint-Pierre’in Fransız Devrimi’nin hemen arifesinde kaleme aldığı bu aşk hikayesi, yüksek romantik duyguların işlendiği, 18. yüzyıl Fransız toplumundaki sosyal bölünmelerin insanların arasına çektiği ördüğü duvarların gözler önüne serildiği, köleci sistemin eleştirildiği bir roman olarak edebiyat dünyasının değerli eserleri arasında kendine yer edinmiştir.
İhtiyar: “Ah, evladım! Ben eminim ki o seni seviyor. Sebepleri çok fakat en büyük sebebi onun faziletli oluşudur.”
Bu sözüm üzerine Paul sevincinden boynuma atıldı.
Paul: “Fakat komedilerde ve bana verdiğiniz kitaplarda tasvir olunan yalancı Avrupa kadınlarına inancınız var mı?”
İhtiyar: “Kadınlar, erkeklerin nobran oldukları memleketlerde yalancı olurlar. Zorbalık her yerde kurnazlıkla karşılanır.”