Özne kavramı bir tiyatro sahnesine karşılık gelseydi; bilinç, sahne ışığının aydınlattığı kısma, bilinçdışıysa sahne ışığının aydınlatmadığı karanlık kısma karşılık gelirdi. Bilinçli kendiliğimiz, yani ego, sahnelenen oyunun yönetmeninin ışıklandırılmasını istediği sahne parçası gibi, yaşamda içinde bulunduğumuz gerçekliği yöneten Öteki’nin icra etmemize izin verdiği kadarıyla bir kendilik parçasıdır. Ama nasıl ki sahne ışığı sahnede gezinerek, oyuna katılacak sahne parçalarının sürekli değişmesine neden olursa, bugün bilinçdışı kalan bir alan, başka bir günün değişen gerçekliği içinde farklı bir ego görünümü olarak sahneye kendini koyabilecektir. Sağlıklı bir kişilik, bu farklı ego görünümlerinin birbirlerine entegre edilip edilememesi sorunudur. Sahnedeki oyuncu egodur, oyunu yazan ve ışıkları yönetense Öteki’dir, ancak ego da Öteki de öznenin yapısının içinde yer alırlar. Özne, bu unsurları içeren diyalektik bir bütündür.
Bu nedenlerle, Hegel’den Sartre’a, Freud’dan Lacan’a uzanan özne kuramında kendilik, bilinçle bilinçdışının birlikte oluşturduğu bir bütünü ifade eder. Bu bütünün içindeki hangi kısmın bilinçli kendilik olarak ortaya konulacağını, öznenin Öteki’yle kurduğu diyalektik ilişki belirler. Bu ilişki diyalektik bir ilişkidir çünkü yaşamımızın senaryosunu belirleyen, içinde bulunduğumuz toplumun kurallarını koyan Öteki, kendiliğimizin ötekileşerek dokunduğu bir uğrak olarak yine öznenin yapısının içinde yer alır. Yani özne, kendi yaşamında sahnenin ışıklarını da kendisi yöneterek, nereyi aydınlatacağını ve kendisinin hangi parçasını bilinçli kendilik olarak ortaya koyacağını da bu diyalektik ilişki içinde yine aslında kendisi belirleyecektir.