Yazmak istediğim birkaç şey vardı aklımda. Ama bu güzel ortamda gözümü ilerideki köşeye diktim ve tanısam da tanımasam da oraya ilk kim gelirse o kişiyi yazmaya karar verdim. Yazımın konusu o olacaktı yani. Görüntüsüne, yürüyüşüne, giyim tarzına, bakışlarına anlamlar yükleyip, kelimelerimin dünyasına misafir edecektim. Niyetim gayet güzel ağırlamaktı. En naif cümleler ile süsleyeceğim dünyada kısa bir yürüyüş yapacak, paragraftan paragrafa koşacak, satır başlarında dinlenip her noktanın ardından büyük harf ile yeniden başlayacaktık. Hayatın sıkıcılığından, tekdüzeliğinden bir yazının içine konuk olacak ve farkında olmadan da olsa farklı alemlerde gezecekti. Bir insan olması şart değildi konuğumuzun. Bir kedi, köpek ya da rüzgârın içini şişirdiği başıboş bir poşet bile olabilirdi bu. Şans kime gülerse artık.
“Tam karşımdaydı, iki adımlık mesafede. Gözlerinden kalkıp gidişlerimin farkında değildi, kendinden habersiz kurduğum düşlerimin… Benim sadece onu dinlediğimi zannediyordu.”
Okuduğum birçok hikayede ben hep öyle bir kenarda duranları
Kendini belli etmeyip sadece düş kuranları
Çok konuşmayıp sükûta anlam katanları
Hayatın kıyısında,
Gerçeğin ötesinde
Ama içli, ama derin sadece gayesi uğruna yaşayanları sevdim
Benimkisi sadece uzaktan sevmeydi elbette…
Bu kitapta hayatın içinden öyküler var. Hacı amcalar, dilenci kızlar, söylenmemiş sevdalar, ağaçlar, duvarları eskimiş evler, toprak yollar, gökyüzü ve bulutlar var. Hayatın içinden kareler Rast gele çevrilmiş radyo frekansından karşımıza çıkan sesler, yutkunmalar, içlenmeler, hüzünler, yürek sızıları var. Yüzünüze aniden oturan bir tebessüm, sesinizi size geri veren yankılı hikayeler var.