Buket başaran Akkaya’nın kıs a öykülerini okurken yolda ya da herhangi bir yerde hiç ilgimi çekmeyecek, bir kez olsun dönüp bakmayacağım insanların alışılagelmiş hallerinin ardını gördüm. Sıradanlığın derinliğine inerken yaşadığım çarpışmalar beni “Belki de sıradan tek bir kişi dahi yok; onları öyle bulan, öyle bulmayı tercih edip görmezden gelen birleriz” sorgulamasına itti.
Yaşananlarla yaşanmak istenenlerin, söylenenlerle söylenmek istenenlerin farkını sessizce gözler önüne seren satırların arasında yol alırken varla yok arasında yaptığımız gezintilerde, varmış gibi yaparak gerçek varlığımızın üstünü örtüşlerimizde, takındığımız maskelerle kavgaya tutuştum. Bir dal parçasıyla kumsala acılarını yazan Gölge’nin yazdıklarını çıplak ayaklarıyla hızlıca karıştırıp yok edişi gibi…
Boyunlarına beyaz peçeteden papyon, edep yerlerine de birer demet maydanoz sokuşturulmuş başsız koyunlar kasap vitrinindeki çengellerinden kurtulup oturma odamda dolaşmaya başlayınca ben, Buket Başaran Akkaya’nın cesur kalemiyle yaratılmış karakter gibi gülümseyemedim, onun gülümseyişinde hapsoldum.
Kitabı bitirdiğimde dev bir çınar ağacına sırtımı dayamak orada öylece uyumak istedim; büyüyünceye dek uyumak…
Hande Baba