Eylül ünlüydü. İnsanlar onu tanırdı, şarkılardan, televizyon şovlarından, reklam panolarından… O ise ilgiden, meraklı insanlardan ve flaşlardan sıkıldığı bir zamanda düşünmeye başladı. Artık sanat yapamadığını, sadece insanların tanıdığı popüler biri olduğunu fark ettiğinde düşsel bir kaybolmuşluğun buhranı altında ezildiğini hissetti ve kaçtı. Kaçışındaki agresif tutum ormanda mahsur kalacağı bir kazaya sebebiyet verdi.
Cenan ormandaki dağ evinde yaşayan, eski zamanlardan kalma bir sır gibiydi. Bilgeliği ve kasvetli mizacı, ürperti verici bir imajla birlikte kendine bağlayan hipnotik bir etkiye de sahipti. Evi gibi hissettiği dağlarda ormanlarda yaşamayı tercih etmişti. Onunla biraz konuşmak, ayın şavkı altında karanlık bir koyda yüzmek gibiydi, ürperti uyandırıyor aynı zamanda canlı hissettiriyordu.
Kaza sonucunda Eylül’ün yolu Cenan’ın dağ evine varır. Mevsim yağışlarından dolayı şehre giden yollar kapanmıştır. Eylül’ün misafirliği mevsim dönümüne kadar ormanın derinliklerinde bu gizemli evde başlar. Misafirlik, birbirine zıt bu iki insan arasında zamanla zihinsel bir yolculuğa dönüşür. Bu süreçte bir geleneğe dönüşen şömine başı muhabbetler, gecenin en karanlık saatlerinde kelimelerle oynanan bir satranç maçını andırır.