“Ben bir ikameydim, kuru sandalyede oturmaktan ağrıyan sırtın arkasına konulan minder, oyuk, çürük dişe yapılan dolgu, soğuk gelen kapının altındaki boşluğa serilen bezdim…”
Ailesinin gölgesinden kaçamayan Harun’un ağzındaki kuşlar, hep aynı şarkıyı söyler. Harun annesinin kuyusunda kaybolur. Karacanın gelmesi çocukluğunu, kömürlük anısını yoklar. Karaca her şeyi başkalaştırır, zihinlere, şüphelere, korkulara, yüzleşilemeyenlere değer. Oysa karaca yalnızca yavrularını düşünmektedir.
İnsan hayvanın sırtında yük, hayvansa insanda doyulmaz bir açlıktır... Cem karacayı, karaca yavrularını izlerken ormanda bir yolculuk başlar. Kim geceden gelir, kim geceye yürür? Kim insan, kim değil… Karışır her şey birbirine, gece gereği. Cem değişir, karaca değişir, Ormandan Gece Gelen herkesleşir… Cem, karacanın peşinden koşa koşa kendine varır.
Ormandan Gece Gelen bir uzun öykü. Harun’un, Cem’in ve karacanın öyküsü.