Tıpkı bu kurgusal biyografinin aslında hiç var olmamış başkarakteri Orlando gibi, çoğumuz da aynı sorunun etrafında pervane gibi dönüp durmaktayız: Biz kimiz ve aslında kim olmak istiyoruz? Giymemizin uygun görüldüğü kıyafetler, bizi tanımlamaya yeter mi? Peki, ya kadın ve erkek olarak kabaca sınıflandırılmış cinsiyetler, hislere de dişi ya da eril sınırlar çizmek için yeterli mi?
Orlando, erkek cinsiyetiyle doğduğu ve asırlarca süren yaşamında, bir sabah güne kadın olarak uyandı. Virginia Woolf’un en aykırı ve en yaratıcı eserlerinden biri olan Orlando’nun fısıldadığı muazzam gerçekler de bu uyanışla dillendirilmeye başladı. Sayfalar birbiri ardına devrilip giderken okur, “Orlando, o derin uykudan uyandı mı gerçekten?” diye soracak olursa, Woolf’un sözleri aydınlatsın yolunu: “Hayat bir rüyadır. Uyanmak bizi öldürür.”