– ‘İNSAN ‘ölümsüzdür Bilge.
– Rabbim , elbette ki biliyorum insan ölümsüzdür. Benim istediğim Bilge bedeninde yaşayan , Bilge kimliğindeki Ben’in ölümsüz olması. Yoksa KİMLİKLER ÖLÜR , İNSAN ÖLMEZ . Bunu biliyorum.
– Peki, dileğin kabul edildi. Yalnız şunu unutma ki dileklerin, kabullerin, retlerin velhasılıkelam her şeyin bir bedeli vardır.
Ölümsüzlük dileğinin kabul edilmesinin sevinciyle BEDEL kelimesinin ağırlığını hissetmedi bile Bilge.
Birden karanlık aydınlandı. Önünde eski zamanlardan kalma kırık dökük bir çeşme gördü. Çeşmeden akan su berraktı ve suyun değdiği , akıp geçtiği her yerde yeşil otlar bitmişti. Çeşmenin yanı başında dikilen oldukça yakışıklı, ziyadesiyle heybetli , gök gözlü , güleç yüzlü , varlığı sükunet veren bir adam gördü. Adam , bembeyaz bir takım elbise giymişti. Vücudunun heybetine tezat bir incelikle çeşmeye eğildi. Elindeki gümüş tası çeşmedeki suyla doldurdu. Güler yüzle ve nazik bir ses tonuyla elindeki tası içmesi için Bilge’ye uzattı.
– Selam üzerinize olsun Bilge Hanım. İsmim Hızır. Siz de seçilmiş kişiler kervanına katılmak, bu bedende ölümsüzlük girdabına, İNSAN isminin sonsuzluğuna erişmek istiyorsanız bu elimde tuttuğum Bengi Su’yu içmelisiniz.
– Peki , dedi Bilge. Hızır’ın elinden gümüş tası aldı. Dudaklarına götürdü ve tastaki suyu üç yudumda içti.
Aman yarabbi! Ne lezzetli su idi öyle. Ömrü hayatında bu kadar tatlı, bu kadar soğuk , bu kadar iliklerine , tüm kaslarına, tüm hücrelerine değin onu mest eden değil bir su, böyle bir içecek içmemişti. Su değildi sanki, bambaşka diyarlardan gelen bambaşka bir iksirdi . Yavaş yavaş ve üç yudumda içip suyu bitirdiğinde gümüş tası vermek için Hızır’ı aradı gözleri ama etrafında ne çeşme vardı , ne de o bembeyaz takım elbisesi içinde gök gözlü , güleç Hızır. Hiç kimse, hiçbir şey yoktu etrafında. Her yer, zifiri karanlıktı.