Tanrılar... Tenleri altından, dilleri baldan.
Peki bu “Yüce” Tanrılar küçücük bir kızdan korkacak kadar aciz miydi gerçekten?
“Korkak Tanrı...” diye mırıldandım kahkahalarımda boğulurken. Zeus’a hitaben söylemiştim bunu. “Korkak Tanrılar!” diye haykırdım bir kez daha, mağara, sesimle inim inim inlerken. “Korkaklar!”
Tabii ki benden korkacaklardı! Ben, saçları Tanrıların kanıyla yıkanmış kızdım. Ben, Ölüm’ün kızıydım.
Kaderin ağlarını kesen Altın Kılıçlı Leydi’ydim. Ben, onların acınası neslinin sonuydum.
Umudun kaybolduğu yeryüzünde onu bulma görevi Tanrıların kâbusu olan kıza, bana düşmüştü.
Umudun kayboluşu, arkasında cesetler bırakmaya başladığında büyük bir şeyin parçası olduğumu anlamıştım.
“Augustus,” dedi. “Olimposlular düşüyor. Titanların kaderi tekrarlanıyor.”
Aklıma Theos geldi, o da “Tarih tekerrürden ibarettir,” der dururdu. Önemli olan ders çıkarmak.
Ve ben, ders çıkarmak konusunda berbattım.