Ölmek üzere olan biri kadın öbürü erkek iki yaşlı insan bir huzurevinde karşılaşır ve uzunca sohbet ederler. İkisi de ölüme hazır değildir, yaşarken sürecin zorunlu bir eziyeti haline gelen ölmeyi tatmak onları sürekli durumu kabullenmeye zorlar. Bununla birlikte diyaloglar yer yer genç iki kişinin tavırları ile cümleleri gibidir, başka deyişle bu ikilinin meşrebi, ayarı bozulmuş televizyonun bir kanaldan diğerine geçerek oradan buradan belirsiz görüntü vermesi gibi geçmişle ile şimdi arasında bulanmış, iç içe geçmiştir. Ahmet Ünal’ın edebiyat literatürüne dahil ettiği düşünülen ‘’zaman sıkışması’’ yaşanır; ne geçmiş, ne şimdi ne de geleceğin bir önemi vardır, tek yaşanan şey zaman sıkışmasıdır…