On dokuzuncu yüzyıldan önce “normal” kelimesi neredeyse hiçbir şekilde insanlarla bağlantılı değildi. Normal, bir matematik terimiydi: İnsanlar değil, matematikteki “doğrular” normal olurdu.
1830’lardan itibaren ise, istatistiğin Batı dünyasında yaygınlaşması insanlığın her bir parçasını ölçme fikrini beraberinde getirdi, buna da normal bilimi denildi. Bebeklerin kilosundan ideal kadın bedenine, zekâdan akıl sağlığına kadar her şeyin bir ortalaması, bir normali vardı artık. Elbette bu, sömürgeci Batılı beyaz erkeğin normaliydi: Örneğin Kongo Havzası’nın karanlık ve nemli bataklıklarından çıkan buharla dolu havasında insanlar cüceleşip pigmelere, vahşileşip yamyamlara dönüşüyordu; bu yüzden Batılılardan daha aşağıydılar. Ya da sokak köşelerinde kadınları gözetleyen istatistikçi Francis Galton’ın yarım kalmış güzellik haritasına göre İngiliz kadınların en güzelleri Londra’da, en iticileri ise Aberdeen’de yaşıyordu.
Fakat bu son derece ırkçı, öjenik yanlısı, homofobik ve feminizm karşıtı normal fikri öylesine güç kazanmıştı ki normali sorgulamaya başlamamız neredeyse iki yüz yıl aldı. Tarihçi Sarah Chaney ‘Normal’in Tarihi’nde işte bu sorgulamanın kökenine iniyor ve okurunu, çarpıtılmış gerçeklerle dolu bir tarih yolculuğuna çıkarıyor.
“Mükemmel... Dünyaya farklı bakmanızı sağlayan o ender
popüler bilim kitaplarından biri.”