Bütün bunlar yaşanırken kimse beni elimden tutup okula götürmedi. Hiç kimse okula kaçta gidip ne zaman çıktığımı sormadı. Babam ise kaçıncı sınıfta olduğumu bile bilmezdi. Hangi sınava girdiğimiz, hangi notu aldığımız ne bilinir ne de sorulurdu. Bütün sorumluluk sana aitti. Evden çıkıp mahallemizin köpekleriyle vedalaştıktan kısa bir süre sonra tramvay Millet Parkı yokuşunu hızla inmeye başlar ve evimizin bahçe duvarı görünmez olurdu. Bunun anlamı şuydu: Özgürdün. Okula gidebilirdin ya da gitmeyebilirdin. Başını alıp parklarda, çay bahçelerinde vakit geçirebilirdin. Karar senindi. Yük senin sırtındaydı. Evdekiler ise beklemedikleri sonuçlarla karşılaşabilirlerdi.
Örneğin, babam uzun süre benim okul dışında, bir yandan da sporla uğraştığımın farkına varmamış, bunu bilememiş, merak dahi etmemiştir. Bir gün babamın yazıhanesine biri gelip de, “Siz Hulusi Müderrisoğlu’nun babası mısınız?” diye sorunca, babam bana bir şey olduğunu düşünüp telaşlanıyor. Bunu fark eden adam, “Sadece sordum. Oğlunuz bugünlerde ülkenin en önemli atletlerinden biri… Onun için merak ettim, soyadınız aynı da…” diye açıklama yapıyor.