Göğe uçuşan kristaller; coğrafyalarına uyum sağlayabilmeleri için üstün yaratılmış, yenilmez ruhlu insanlardı.
Dünya’dan yalıtılmış hallerine aldırmadıkları kadar, ruhları da semaya yükselmekteydi.
Fakat göğe çekilirlerken; bu mucizeye şükretmek yerine tanrılarından çok utanıyor ve böylece buzdan
cehennemlerine geri düşüyorlardı. Aralarından sıyrılarak en yukarılara tırmanmayı başarmış şahıs ise; Nanurjuk
adında bir şaman idi ya da halk arasındaki namıyla bir cadı!
Peki, gerçekten kimdi ki o?
Yıldız rüzgârlarının savurduğu bir enerji mi? İnuitlere gönderilen bir melek mi? Yoksa Dünya’ya gölgesi düşmüş,
lanetli bir ruh mu? Patlayıp sönen ve tozlarından defalarca doğan Evrensel bir oluşum muydu yoksa?
O doğarken, dört dişi geyik atladı kuzey tepelerden. Awanitoqluların yeniçağları işte o gün, en akıl almaz haliyle
başladı. Kuzey Işıkları ıslık çalarak göklerden inerlerken buzullarda, o kutsal yavrucuğun dağa taşa sığmaz otoritesi
karşısında eğiliyordular.
Sonsuzluk orada, Nanurjuk’un kaderindeydi işte!