Odadaki sessizlik, bir çığ gibi büyümeye başlamıştı. Sezen’in ölümüne alışamadığını fark etti Cem. Belki de alışmak istemiyordu. Alışırsa eğer, asıl o zaman ölecekti Sezen. Yanındaydı oysa şimdi. Göremese de, duyamasa da, dokunamasa da, hissedemese de, gözünü her kapadığında; hayalinde, düşünde, rüyasındaydı Sezen. Bu yüzden alışamazdı işte. Yokluk ile varlık arasındaki ince çizgiydi alışmak. Alışırsa Sezen’in yokluğuna, onun varlığını yok edeceğini biliyordu. Peki ya alışmazsa; nasıl yaşayacaktı bir ömür boyu bu acıyla? Her şeye rağmen kaybetmek istemiyordu Sezen’i ve alışmamalıydı yokluğuna. Unutur muyum acaba zamanla, diye düşündü bir an. Ama biliyordu ki, unutmak diye bir şey yoktu, alışmak vardı sadece…
Kararan hayatlara ışık olan iki komiser. Komiser Tekin ve Komiser Nurdan. İki farklı zamanda yaşanan Mütecessis hayatları, Tekin ve Nurdan neresinden yakalayacaklar ve nasıl dokunacaklar, bu Mütecessis hayatlara? İhtiyaçları olan tek şey, aslında ortak noktaları olan tek gerçeğe sarılmak. Mütecessis olmaya…