Gnostik düşünce insanlık tarihinin en kadim geleneklerinden biridir. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında keşfedilen Nag Hammadi Yazıtları bu kadim geleneğin köklerinin Hıristiyanlıktan çok önce olduğunu kanıtlamıştır. Gnostik düşünce dinlerin içine nüfuz etmiş, halk inançlarını etkilemiş hatta felsefi fikirlerde içselleştirilmiş ve hala da modern düşüncede izlerine rastladığımız bir inançtır. İslam vahyi sesini duyurmaya ve hızla İran, Irak ve Orta Asya’nın içlerine doğru yayılmaya başladığında Müslümanlar gnostik düşüncenin temsilcileriyle karşılaşmışlardır. "Mecusilik, Markinyonculuk, Deysâniyye ve Maniheizm" gibi akımlar bu karşılaşmanın, kelam ve gnostik düşünce arasındaki mücadelenin şahitleridir. "Senevîye" olarak adlandırılan bu akımlara karşı kelamcılar ilk karşılaşmayla birlikte birçok reddiye kaleme almışlardır. Gnostik düşünce ile kelamcılar arasında geçen tartışmalar, kelam kitaplarının kozmos (âlem) ve kozmosun hadisliği konusu bağlamındadır. Çünkü gnostikler, kozmosu ve onun Tanrı ile olan ilişkisini açıklamak üzere kozmogonik ve kozmolojik bir tasavvurun temsilcileridir. Çoğu kez gnostik düşünce Tanrı, kozmos ve insana ilişkin açıklamalarında mitolojik anlatılara başvurmuştur. Bu da bize kelamcılar ile gnostik düşüncenin temsilcileri arasında geçen mücadelenin "kozmosun nasıl açıklanabileceği" meselesi üzerinde yoğunlaştığını gösterir. Doç. Dr. Hilmi Demir, "Mit, Kozmos ve Akıl: Gnostik Kozmoloji ve Kelamcıların Mücadelesi (Zedüştlük, Maniheizm, Hıristiyan Gnostikler ve İslâm)" isimli eserinde bugün "kozmos" (âlem) merkezli tartışılan pek çok konuyu aydınlatıyor...