İnsan daima yarına bir iz bırakmak ister. Bu, onun kolektif hafızasının bir tezahürüdür. Mağara duvarlarına resimler bu yüzden çizildi. Resimler yetmediğinde insan, harfleri buldu. Yazının büyük keşfiyle birlikte ise hafızasını parşömenlere, sonrasında kitaplara aktarmak istedi. Bunu yaparken de kendi hikayesinin peşine düştü. İnsan yazarken, aslında kendi mağara duvarını kazıyordur.
Songül Sayılgan da kim bilir; Ayşa’nın gözüyle kendi acılarını, sevinçlerini aktarıyor. Belki de bir daha Haluk’un ölü yüzüne bakamayacağını bildiği için Ayşa’yı otopsi odasına sokuyor. Tüm veda-larımızı, ayrılıklarımızı, acılarımızı, hüzünlerimizi bir başkasına yükleyerek gerçekten kaçmak değil bu! Aksine, insanlığın binlerce yıldır süregelen onurlu direnişinin ve yükselişinin başka yüzlerde, başka yüreklerde yeniden hayat bulmasını isteme arzusu. Ölü bir yüzün gülümseyişindeki direnişi anlamamızı bekliyor. Karanlık bir acı dönemini, kendi yaşadıklarıyla harmanlayarak; bazen kırıl-gan, bazen direngen ve anlattığı yaşamlara uygun, yenilmez bir fotoğraf çekiyor Sayılgan. Hepimiz bir yolculuğun içindeyiz. Bu yolculukta aslında en çok kendimize varmak istiyoruz. Ruhi Su, Ana-dolu dağlarında türkülerinin peşine düşerken kendi şarkısının peşindeydi. Sayılgan da yıllardır gurbette olsa da hâlâ Anadolu dağlarında kendi türküsünün izini sürüyor. Dumanı hâlâ tüten yanık Bafra sigarası eşliğinde.
Ulaş Karakaya