Yavuz, Kudüs’ün kadim sokaklarını arşınlıyordu. Yorulmamıştı ki Yavuz. Otuz beş yaşındaydı ve doğduğundan beri karış karış yürüdüğü sokaklarda neyin yorgunluğu olabilirdi? Kim derdi ki uzun boyuyla dağ gibi duran, yiğitliğiyle ve mertliğiyle tanınan, Kudüs’te doğup büyüyen, kara kaş, kara göz bir oğlanın dizlerinde derman kalmayacağını?.. Hüzne dem vuran, lakin vakarından ödün vermeyen duruşuyla çöken omuzlarından salınan kollarını hareket ettiremeden öylece dümdüz yürüyordu. Kâh gözlerini kapayarak derin bir nefes aldı kâh dizlerinin üzerine çökerek başını arşa kaldırdı. Ne yapsa da dinse gözünün, gönlünün yaşı, bilemedi. Diz çökse de kadim taşlar el verdi Yavuz’a. Asırlardır yıkılsa da yılmamış şehrin taşları, Yavuz’a da yılmamayı öğretiyordu. Kudüs’ün kadim sokaklarında yüreğindeki yorgunluktan güçlükle yürüyen Yavuz, nereye kadar gittiğinin farkına varamadı. Gözleri uykusuzluktan şişmiş, yüzü ağlamaktan solmuş ve hüznünden omuzları çökmüştü. Yürüyordu ama nereye kadar gideceğini bilmiyordu.