İnsanın bile sanallaştığı bir dönemdeyiz. İnsani olan her şey hızla buharlaşıyor. Buluşturucu olan değerler bir bir yitiyor. *Mektupsuz koma beni / Bir daha yaz adını mektubunun sonuna* diyen duyarlılığın çok uzağındayız. *Artık dört ucu yanık mektuplar* da almıyoruz kimseden.
Parçalar, parçalanmalar çağını yaşıyoruz. Oysa buluşmalara en çok gereksinme duyulan günlerden geçiyoruz. Böyle giderse, bir gün herkesin yalnızlıktan, sevgisizlikten, kendi yüzünden, bencillikten, yalandan, ikiyüzlülükten, günoğlu olmaktan... öleceği rahatça söylenebilir. Bu ürkütücü durumu, bu insanı deşen, kanatan hayat pratiklerini görmek; Milhan’a Mektuplar’ı; kanımla derime yazar gibi yazmama neden oldu.
Halkların kardeşliğinden, edebiyatçı ilişkilenmelerine; ulusal basından, dergilerin karşıtlığına; iki insanın buluşup ayrışmasına, aşk denilen dikenin getirdiği yüzleşmelere; özellikle ahlâki değerlere, vicdani duruşlara, tarafsızlık hastalıklarına, yaşamın yüceliğine, özgürlüğün önemine, bireysel ve toplumsal eşitliğe, üretim ilişkilerinin getirdiği haksızlıklara, şiirin ne’liğine, vefa duygusuna... yanıt arayan, yanıt bulan mektup / yazılardır Milhan’a Mektuplar. Milhan sevgilidir; Milhan, vicdandır, Milhan çocukların geleceğidir; Milhan yaşamdır; bütün insanlardır Milhan!