20. yüzyıl sonlarında Ermenilerin Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesinde gerçekleştirdiği insanlık dışı katliamlar hepimizin hafızasındadır. Seyyat Aran yapılan bu katliamların canlı tanıklarından biri olarak gördüklerinden ve yaşadıklarından edindiği deneyimleri kaleme almış, zulme, işkenceye, muhacirliğe ve yoksulluğa maruz kalan bir ailenin portresini bu romanda çizmiştir.
…Mezar taşlarının yontulduğu atölye kalabalıktı. Gelenlerin hepsi şehit olan evladına mezar taşı siparişi verenlerdi.
Ağabala Usta, Semender’e sarıldı. Onun da oğlu Şuşa’da şehit olmuştu. Kendi elleriyle yontmuştu oğlunun heykelini. Tanıyanlar *Bu, mezar taşı değil yahu, canlı insandır!* diyorlardı.
…Oğlunun askere gitmesine birkaç ay kalsa da Ağabala oğlunu kararından döndürememişti. Mikail liseyi
yeni bitirmişti o sene. Ailesinin baskılarına rağmen Gence’deki üniversitelerin hiçbirine başvuru yapmamıştı. *Şimdi tahsil zamanı değil, Ermeniler Gökgöl’deler. Onların yarın öbür gün Gence’ye yürümeyecekleri ne malum? Bunu yaptıklarında okumamız mı gerek yoksa silah alıp atalarımızın mezarını
korumamız mı?*
Babası bakakalmıştı. *Bu çocuklar ne çabuk büyüdüler, ne zaman böyle akıllandılar?* Oğlunun sözleri oldukça mantıklıydı. Gerçekten de vatan olmadıktan sonra tahsilmiş, üniversiteymiş neye yarardı!